Sovyetler birliğinin dağılmasıyla birlikte tek kutuplu dünya düzenine geçtik. Fakat dünya bir boşluğa düşmedi. Yumuşak bir geçiş yaptık. Çünkü neoliberalizmin ideolojisi ve dünya düzeni halihazırda hazırdı.
Bu dönemde ne oldu? Aslında 1980’lerden başlayan bir neoliberalleşme dalgası ile gelişmekte olan piyasalar sisteme ve ABD’nin başını çektiği dünya düzenine uyum sağlamaya başladılar.
Türkiye’nin küresel dünya sistemine entegrasyonu macerası ise 1950’de Adnan Menderes iktidarıyla başladı. Türkiye, kendi başına ve kendi yolunda yürüyen bir ülkeyken artık yüzünü ABD’nin başını çektiği kutba çevirdi.
İkinci büyük dalga 1980’lerde Özal hükümetiyle başladı. Bu dönemde neoliberal politikalar bizim gibi az gelişmiş ülkelere enjekte edildi. Biz de önden tuzlukla koştuk tabi!!
Geldiğimiz noktada üçüncü dalga ise 2002 sonrası AKP iktidarıyla başlayan süreçte bu durum doruğa ulaştı. Özelleştirmeler ile başlayan süreçle (yanlış) piyasa ekonomisinin dibine vurduk!!
Aşağıda Türkiye’nin küreselleşme serüvenini görsel olarak paylaşıyorum. Küreselleşme endeksiyle Türkiye nerede onu görelim.

Türkiye’nin küreselleşme serüveni:
Genel küreselleşme 1970’ten beri istikrarlı şekilde arttı ve 80’lerden itibaren hızlı bir yükseliş gözlemlendi.
Ekonomik küreselleşme 1980 sonrası ivmelendi, 2010’da doygunlaştı.
Finansal küreselleşme ise dalgalı ve kırılgan; 2016 sonrası net düşüş dikkat çekici.
Yakın zamanda görülmekte ki Türkiye küresel sistemden kopuyor
Esasen Türkiye’nin küresel sisteminden kopuşu 2015-2016 itibariyle başladı.
Bakın bu tarih tesadüf değil. Yapılan bir araştırma milletçe hafızamızın ortalama 60 güne kadarını hatırladığını gösteriyor.
Ama biraz zorlayarak geriye gidelim. Daha dün gibi gelen 2015’li yıllara, her ne kadar 10 yıl geçmiş olsa da…
Siyaset, iç ve dış politika, ekonomi, toplumsal yaşam vs. bu konularda başımıza gelmeyenin kalmadığı bir 10 yıl yaşadık.
Detayına girmeyeceğim ama 2015 Türkiye için çok karanlık bir yıldı. Ardından gelen birkaç yıl da kendisini aratmadı.
Fakat Türkiye’nin dünya sisteminden kopuşuna giden yolun taşları çok belli.
Anayasanın ve anayasal hakların ihlali, insan haklarının, demokratik haklar ve özgürlüklerin azalması, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin etkin çalışmaması, toplumun kutuplaştırılması vs.
Ekonomik, ticari ve finansal olarak dünya sisteminden kopuyoruz.
Bunu yaşayan tabi ki sadece biz değiliz. Bu sonuç, baskıcı rejimlerin ve otokrasilerin yan etkisidir.
Türkiye’nin en önemli sorunu yanlış gömleği giymeye çalışmasıdır.
Kapitalist ve neo-liberal bir dünya düzenine ayak uydurmaya çalışıyor.
Fakat bu dünya düzeninin ayakta kalmasını sağlayan bir sistemi ve değerler zinciri, kuralları var.
Türkiye ise bunlara uymak istemiyor.
Bu durum da ikililik ve çelişki yaratıyor.
Türkiye, oyunda kalmak istemekle birlikte oyunun kurallarına uymamakta ısrar ediyor.
Kapitalist ekonomik modelin pratikte uygulamasının temeli olan kapitalist anlamdaki; anayasal hukuk sistemi, demokratik haklar ve özgürlükler, mülkiyet hakları, ticari hukuk, kamu bürokrasisi, kurumlar, vb. çok sayıda yapıyı istemiyor veya işine gelmiyor.
Bugün yaşadığımız ekonomik çöküş, yoksulluk ve sefaletin temelinde bu yatıyor.
Türkiye ya oyunu kurallarına göre oynamalı ya da kendi yolunu çizmeli.
Hem ayranım dökülmesin hem rahatım kaçmasın diyerek 10 yıldır yüzdürülen gemi su alıyor.
Batış ise birkaç yıldır başladı.
Bu aynı gemideyiz lafını hep Titanik’e benzetmişimdir. Filmi izleyenler bilecektir.
Aynı gemiden kasıt Türkiye Cumhuriyeti ise elbette aynı gemideyiz.
Amaaa..
KAYMAK TABAKA GEMİNİN EN ÜSTÜNDE LÜKS VE ŞATAFAT İÇİNDE YAŞIYOR, gerekirse filikaya binip kaçarak geminin batışından kendilerini kurtarabilirler.
Geri kalan milyonlar ise geminin en altında kalanlar ve gemi yürüsün diye kazan dairesinde kömür atanlar.
Aynı gemideyiz fakat alt kattakiler battı, üsttekiler ŞUAN İÇİN rahat.
Gemi deyince aklıma bu geliyor.
Haaa eğer ki o gemi Atina’da tatile giden yat ise bu millet o gemide zaten hiç bulunmadı.
O zaman da gemiler farklı.
Sevgiyle kalın.